Sunday, August 23, 2009

şafak bitti

Ürdün'e gittiğimden beri izlenimlerimi yazmak istememe rağmen bir türlü yazma isteği ve fırsatı bulamamıştım. ve bugun Türkiye'ye döndük. Amman'a o kadar alışmıştım ki İstanbul gözümde farklı bir şehir gibi göründü. hemen Amman'ın farklılıklarını konuşmaya başladık. İstanbul rengarenk, Amman tek renkti. evler beyazdı, dağlar kahverengi. bir de yol kenarlarında zeytin ağaçları. grupta en zor ayrılan ve gelişimize en az sevinen bendim. her ne kadar her gittiğim yere kolayca alışıversem de ayrılıklar zor geliyor. özleyeceğim Ürdün günlerini.

Sunday, August 2, 2009

muhayyem

muhayyemde iki gun. ıssız bir dağın tepesinde teknolojiden %80 uzakta çadırlarda geçirilen uykusuz ve soğuk iki gece. ve unutulmaz anılar...
dün gece yarısından sonra yurda döndük. yorgunluk had safhadaydı. yeni uyanabildim. arka beşlinin mağdurlarından biri olarak çok yoruldum.
ilk gün Petra'ya gidişimiz 7 saatten fazla sürdü. bozulan otobüsü bekleyiş ve molalar bu süreye dahil -normalde 4 saatlik mesafe- Amman'ın güneyine doğru ilerledikçe çöl sıcağını daha çok hissediyoruz. Ürdün'de insanı terletmeden sinsice yakan bir sıcak hava var. güneş gözlüğünüz yoksa da gözlerinizi sürekli kısmaktan yoruluyorsunuz. -Bahru'l-Meyyit'te gözlüğümü kaybettikten sonra kıymetini anladım- güneşten korunmak için Petra'ya girerken şapka satın aldık. yolumuz uzundu ancak nerede başlayıp nerede bittiğini kestiremiyorduk. rehberimiz yoktu ve Vadi Musa'da kendi başımıza ilerledik. belki de daha hoş oldu her adımda bir sürprizle karşılaşmak ve yeni şeyleri keşfetmek. rehber olsaydı da muhtemelen fotoğraf çekmekten rehbere yetişemeyecektim. -sürekli böyle optimist davranarak eleştirelliğimi yitiriyorum sanki!- Petra şehri bir tabiat ve tarih harikası. yüksek ve dar bir kanyonda ilerlerken birden karşınıza çıkan hazine odası insanı dehşete düşürüyor. çölün ortasında bu medeniyet nasıl kurulmuş diye düşünüyorsunuz. "kayaları oymuşlar, sarayları kurmuşlar" ifadesi burada zihninize oturuyor. neden dünyanın harikası seçildiğini anlıyoruz. ve ihtişamlı bir hayattan sonra Petralılar da öteki dünyaya göçüp gitmişler. 19.yüzyılda bir gezgin kenti keşfetmiş. Petranın yerlileri Nebatiler'miş. M.Ö. 4.yüzyılda başkent olarak kurmuşlar. Sonradan Romalılar işgal etmiş. tabi biz kentin tamamını gezemeden geri döndük. ancak mahkeme denilen kısmına kadar gelebildik. ilerisine gitmeye ise vaktimiz ve takatimiz kalmamıştı. Petra'nın insanı büyüleyen taraflarından biri de toprağın gül renginde olması. tiyatro, mezar, tapınak gibi tüm yapılar tamamen doğal olan bu renkteki kireç taşı oyularak yapılmış. güneşin batışına yakın taşlardaki gül renginin daha çekici hale geldiğini fotoğraf çekerken hissediyorum. vaktimizin kısıtlı oluşu fazla fotoğraf çekmeye müsaade etmiyor. daha hızlı ilerlemek için kanyon girişine kadar gelen develere biniyoruz. sonra koşturuyoruz ki otobüsü daha fazla bekletmeyelim. buna rağme giriş kapısında "yine geç kaldın" deniyor. halbuki arkamızdan gelen bir grup daha varmış. maceracı bu arkadaşlar yorulmak nedir bilmeden yola devam etmişler ve en son tepeye kadar çıkıp inmişler. müdürümüz Adnan hoca oldukça sinirli. çünkü güneş batmadan kamp alanına yetişemeyeceğiz.
Hava karardıktan sonra Dana'da kamp alanındayız. otoüsten iniyoruz ve büyük çadıra yönlendiriliyoruz. burada namaz ve yemek işini bitirip geceleyeceğimiz çadırlara geçiyoruz. odayı aydınlatabileceğimiz sadece bir el lambası veriyorlar. korkunç bir gece olacak gibi. göremediğim bir yerde yatmak istemiyorum. önce sabaha kadar oturma niyetiyle ateşin başındaki gruba takılıyorum. burada çay ve karpuz ikram ediyorlar. soğuk rüzgar ve ısıtmayan ateş sabahın sıcaklığını özletiyor. çadırda ısınabilme ümidim göremediğim bir yerde yatma korkuma baskın geliyor. o kadar ki sabah namazına dahi zorla kaldırılıyorum. fakat tek battaniye ile asla ısınamıyorum. ve güneşim doğuşu beni çok mutlu ediyor: "Karanlıklardan aydınlığa çıkaran Rabbime şükürler olsun."
ortalık aydınlanınca aslında çöle değil, dağın başına getirildiğimizi farkettik. Burası sandığımız kadar da ıssız değil. Bedevilerin kısmen yerleşik hayata geçtiklerini düşünüyorum. su, elektirik, yiyecek, vs. bulmak mümkün. yakınlarımızda başka yerleşim yerleri de var. kahvaltıdan sonra bütün günü bu dağları seyrederek geçireceğimizi öğrendiğimde çok canım sıkılıyor. tek faaliyetimiz öğleden sonraki konferanslar. önceki gece teleskopla bize ayı ve yıldızları seyrettiren astronom yıldızlar hakkında bir sunum yapıyor. Bize kıbleyi bulmayı öğretmişti. büyük ayının son yıldızının paralelinde kutbu'ş-şimal var. kuzeyi bulduktan sonra güney doğudaki Mekke'ye yöneliyoruz. ikinci gece daha eğlenceli geçiyor. hatta kimse ayrılmak istemiyor sanki. bizim için iyi bir tecrübe oldu. bu arada akşam yemeğinde ilk defa mensef yedim. sütünü koymazsan bildiğin pilav üstü tavuk. ve bu gece çadırımızı değiştiriyoruz. küçük gerçek çadırda yerde yatıyoruz. sanırım üç kişi olduğumuzdan bana daha sıcak geliyor. gece 2'yi geçmesine rağmen şarkı sesleri geliyor. son kez yıldızları, batmak üzere olan kameri ve samanyolunu seyrediyoruz.
güneşin doğuşuyla başlayan gün ve ardından kahvaltı. sabah 8.30'da Akabe yoluna çıkıyoruz. Akabe, Kızıldeniz körfezinde kurulmuş eski bir şehir. Kızıldeniz'de dört devlet var: Mısır, Filistin, Ürdün, Suud. bunları Haliç Devletleri deniyor. Akabe'de İsrail, Ürdün topraklarını da işgal etmiş ancak devlet buna ses çıkarmamış ve ilişkileri çok iyiymiş. Turistik bir sahil kenti Akabe. turkuaz renkli denizi tahminimden çok daha güzel. Karşı kıyıda Mısır topraklarını görüyoruz.
öğle sıcağında indiğimiz sahilde herkes serinlemek için kendini denize atıyor. Maalesef ayağına deniz kestanesi batan birkaç arkadaşın denize girmesiyle çıkması bir oluyor. Onların acısını dindirmek için üzerine sigara basıyorlar. Bu olaylardan sonra ne tekneye binebiliyoruz ne de suya adım atabiliyoruz. daha sonra bozuk olmayan otobüsle alışveriş ve yemek için şehir merkezine indiriliyoruz. Tabii ki alışverişe fazla vaktimiz kalmıyor, çünkü güneş batmadan Vadi Rum'a yetişmemiz gerek. Ne yazık ki bozuk bir otobüsle bu gezi planına uymak mümkün değil. kötü haber: Vadi Rum gezisinin iptal. yakınından geçerken Adnan hoca Vadi Rum'da kalmış olan Lawrence'ın hikayesini anlatıyor. Bu topraklarda pek çok müslüman ve türk öldürülmüş.
Akabe'den dönüş süremiz yaklaşık 6 saat. Bu kadar aksilik neden oldu? sefer duası içten okunmadı mı acaba? yoksa tedbirsiz mi yola çıkıldı? hepsi kalabalık gezilerde karşılaşılabilecek muhtemel problemler miydi? tecrübeler paylaşılsın ve bizden sonrakilere ders çıkarılsın!